tours estambul ve modern islam89

tours estambul ve modern islam89 

en güzel yazıları yazan tours estambul dediki Ahmed Cevdet ile birlikte modern dönemde recc/yf kategorisine yerleştirdiğimiz Sava Paşa ve aktif gelenekselci kategorisine yerleştirdiğimiz Tunuslu Hayreddin, Said Halim gibi düşünürlerin hepsinin sivil paşa olması bir tesadüf değildir.tours
 tours estambul
estambul Aynı zamanda güçlü bir entelektüel arkaplana sahip olan bu isimlerin hepsi, aldıkları önemli idari pozisyonlarda fikirlerini empirik olarak olgunlaştırma, diğer bir deyişle, eşzamanlı olarak fikirlerini uygulama ve uygulamayla fikirlerini geliştirme fırsatı bulmuşlardır. Bu yüzden örneğin Namık Kemal gibi aydınların zaman zaman havada kalan düşüncelerine karşılık, bu sayede söz konusu devlet adamı âlimler, daha gerçekçi ve sağlam düşünceler geliştirebilmişlerdir.
A. Din ile Devlet Arasında

Bu tespit, Cevdet’in aktif gelenekselci vizyonunun sırrını bize veriyordu. Ulemayı yaşadığı dünyadan kopararak geleneğin pasif bir müdafaasına mahkûm eden temel faktör, siyasî yabancılaşma, buna karşılık, Cevdet’i geleneğin aktif müdafaasına sevk eden faktör, siyasî bilinçlenmeydi. Kendisinin çağdaş ulema heyetindeki istisnaî konumunun farkındaki Cevdet, din ve devletin selameti için, tamamıyla özerk bir alan olarak tanımladığı siyasetten ulemanın kesin olarak uzak tutulmasını öngörür. Ancak buradaki çok ince bir nokta., Cevdet’in düşünüş tarzını Batılı düşünüş tarzından ayırır. Celenek|JF . ü
ramsallaştırması, onun belki de XIX. asır İslam düşüncesine devrimci katkısını simgeler.
Onun, ulemanın siyasetten soyutlanması gerektiği fikri, Batılı tarzda din ve devlet “işlerinin” ayrılması anlamına gelmez. Zira aslında Batı'da ayrılan “din ve devlet işleri” değil, bunları temsil eden kurumlar, Kilise ile Devlet idi. Her ne kadar Batılı gözlemciler (Lybyer 1966; 36), Batıdaki Devlet ve Kilisenin karşılığı olarak OsmanlI’da kalemiye ve seyfiyeyi “yönetici kurum” ve İlmiyeyi "dinî kurum” olarak tanımlamışlarsa da OsmanlI ve İslam’da birbirleriyle rekabet halinde olan Devlet ve Kilise yoktu. Ancak Cevdet, modern Osmanlı çağında din ile devlet arasında geleneksel işbirliği temelinin de aşındığını görür ve bunun telafisi için kanaatimizce iki yol önerir.
Birincisi o, Batı’da iman Ue alol arasında nitel bir aynlık gören William Ockham (1280—1349) ve Martin Luther (1483—1546)’in compartrnentalism olarak adlandırılan tutumu gibi, din ile siyaset arasında nitel bir farklılık, diğer bir deyişle ikisini, birbirlerine karıştırılmaması gereken özerk alanlar olarak görür. O, Osmanlı klasik çağında seküler siyasî alan ile İslâmî sivil alan arasında zaten var olan fiilî ayrılığı şimdi hükmî hale getiriyordu. tours estambul Ona (1309; 111/73; 1986: IV/164, 165) göre, ebedî ve kararlı dinî kaidelerin, empirilc ve demokratik karakterli siyasetin, değişken siyasî mülahazaların üstünde tutulması gerekir. İkincisi onun amacı, ulemanın, sıradan bir memur haline getirilmesiyle ruhban gibi siyasî işlev görmesini önlemekti.
Zaten XIX. yüzyılda eğitim ve yargının bazı alanları dışında, ulemanın etki alanı büyük ölçüde daraltılmıştı. Kendisinin de kabul ettiği gibi, ulemanın düşüşüne karşılık Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletler sistemine girişiyle birlikte önem kazanan uluslararası ilişkilerde bilgi sahibi olarak divan-ı hümayun ve sadrazam dairelerinde yetişen kalemiye öne çıkmış, bunlar, yürütmede daha çok etkinlik kazanmaya başlamıştı. İlmî liyakat ilkesinin ihlalinden dolayı düşüşe geçen ulema, yaşadığı siyasî dünyayı tanıyamaz ve anlamlandırmaz hale gelmişti. “Mebâhis-i mülkiye” (politik konular) üzerinde fikir yürütme yeteneklerini kaybetmeleri sonucu Paşa’ya göre, İlmiyenin siyasî karar-alma mekanizmasına aktif bir şekilde katılım imkânı kalmamıştı. Bu yüzden o, mensup olduğu sınıfın yetkilerinin kısıtlanmasını, muafiyetlerinin kaldırılmasını, görev alanla-nnm net bir şekilde tanımlanarak genel İdarî mekanizmayla bütünleşti-
394 BEDRİ GENCER
rilmesini savunuyordu. Bunun yerine Paşa, değerli addettiği tek tük ât rnin, kendisinin yaptığı gibi bireysel olarak aktif idari görevler almas]|j savunur (Neumann 1999: 95,101).
Ahmed Cevdet, XIX. asırda bir âlim olarak belki de en zor işi, en ağ,r sorumluluğu üstlenmişti. Onun işi, bir taraftan giderek birbirlerinden ayrışan din ile devletin gerelderini optimal olarak uzlaştırmak, diğer ta. raftan da dini, fıkhı temsil kabiliyetini kaybeden ulemayı fiilen saf diş] bırakmaktı. Hedef, temsilcisi ulemanın üstündeki dinin hayatiyetini ebedî geçerliğini, gerekirse ulemanın aleyhine olacak şekilde göstermek-ti. O, aslında kendisinin de bir mensubu olduğu çöküş dönemi Osmanlı ulemasını en ağır şekilde eleştiren tarihçiydi. Tanpınar (1997: ı65)’m da tespit ettiği gibi Paşa, içinden yetiştiği sınıfın hayat sahasını ve statüsünü her sahada biraz daha daraltır. Hazırladığı Mecelle vasıtasıyla fıkhı, asıl malı olması gereken hayata yaydıkça, asırlardır onu benimseyen zümrenin ve müesseselerin fonksiyonunu adeta hiçe indirir.
tours estambul yazdı ve sundu..