estambul tours ve islam savasları56

peygamberlik nûrunu görürdüm, peygamberlik kokusunu duyardım. O’na vahiy gelirken Şeytanın feryadını duydum da yâ Resûlallah dedim, bu feryat nedir? Buyurdu ki: Bu feryat eden Şeytandır; kendisine halkın kulluk etmesinden ümidini kesti artık. Sen benim
duyduğumu duymadasın, gördüğümü görmedesin; ancak sen peygamber değilsin; fakat vezirsin ve hayra karşısın, ona ulaşımşsın 896 İbn-i Ebi’l-tladîd FazI b. Abbas’tan rivayet eder; demiştir ki: Babama, Hazreti Resul (asm) erkeklerden en fazla hangisini severdi diye sordum; Ebu-Tâlib oğlu Ali’yi hepsinden fazla .severdi dedi. Ben, oğullan sordum deyince dedi ki: Ebu-Tâlib oğlu Ali’yi herkesten çok severdi; oğullarından daha fazla ona muhabbeti vardı. Biz, Hazreti Resûl’ün Ali’ye olan muhabbeti derecesinde oğlunu seven bir baba görmediğimiz gibi Ali’nin Hazreti Resül’e itaatinden daha
ki AkLAin yoıunua uıııaı, m-kınayışına aldırış etmezler; yüzleri gerçeklerin yüzleridir;
/'^•'hayıriı kişilerin sözleri. Geceyi kullukla geçirip mâmur eder-
hidâyetle geçirip uyanlara alem kesilirler. Onlar, Kur’an
p 'yapışmışlardır; ALLAH’m buyruklarını Resûlü’nün sünnetle-f^iriitirler. Ne ululanırlar, ne yüce görürler kendilerini; hıyânette
pz. Resûl (s.a.v.) 26. sûrenin (Şuarâ) 214. âyeti olan ve “En ya-^ hısımlarını korkut.” meâlindeki âyet-i kerime nâzil olunca Hz. İye (r.a.) bir ziyafet tertip etmesini ve Abdül-Muttalib oğullarını firmasını emir buyurmuş, içlerinde Ebu-Tâlib, Hamza, Abbas ve jbû-Leheb olduğu halde kırk kişi toplanmıştı. Yemek yedikten sonra [h. Resûl (s.a.v.) söze başlayacakken Ebû-Leheb lafa koyulmuş, bujim üzerine ertesi günü ziyafet gene tekrarlanmış, yemekten sonra Hz, Resûl (s.a.v.) Ey Abdül-Muttalib oğulları, Arap kavmi içinde, ^nim size geldiğim, gönderildiğim şeyden daha üstün bir şeyle hmse gelmemiş, gönderilmemiştir. Ben size dünyanın da, âhiretin ie en hayırlı şeyiyle geldim; yüce ALLAH, sizi ona inanmaya çağırmamı buyurdu; bu işte kim bana zahir olursa o, kardeşim, vasim ve halîfem olacaktır sizin içinizde buyurdu. Hiç kimse bir şey söyledi; Ali, Ey ALLAH’m Peygamberi dedi, ben senin vezirin olunun; Hz. Resûl (s.a.v.) onun omuzunu tutarak bu, benim kardeşimdir, vasimdir, içinizde halifemdir, duyun ve ona itâat edin buyurdu, öyâfettekiler, oğlunun sözünü dinlemeni, ona itâat etmeni emretti sana diye Ebû-Talib’le alay ettiler (Kenz’ül-Ummârden, İbn-i İshas,
hurmayı çiğner, sonra, henüz küçük olan ve kucağında bulunan Ali’nin ağzına verirdi (Hâcı Molla Sâlih-i Kazvîni şerhi, 2, s.356, 1 ve 2. notlar).
İbn-i Eb’il-Hadid’in Ahıned b. Hanbel’in Müsned’inden, Hz. Ali’nin (ra) “Ben Hz. Peygamber’in (asm) miraç edeceği gecenin sabahında onun hücresindeydim; namaz kılıyordu, namazını bitirdi, ben de bitirdim; o sırada bir feryat duydum. Yâ Resûlullah dedim, bu feryat nedir? Buyurdular ki: Bilmiyorum musun, bu. Şeytanın feryadı; anladı ki geceleyin ben göğe ağacağım; artık yeryüzünde onun peşinden gidecek kimse kalmadığını, ona kulluk edecek kimsenin bulunmaya-ca-ğmı idrâk ederek ye’se düştü (Şarilı Hoyî’den naklen Hâc Molla Sâlih Kazvini nin ?erhi, 2, s.357, not). Emir’ül-Mü’minin (ra), Hazreti Peygamber’in (sav) risâleie nıeb’us oluşundan önce kendisiyle beraber, aydınlığı görür, meleğin sesini duyardı. Hazreti Ra<;nl tasm). Ben Peygamberlerin sonuncusu olmasaydım sen de
İbn-i Cerir-i Tabarî, İbn-i Ebi-Hâtem, Ebu-Nuaym ve Beyhakıy’den naklen Fazâilul-Hamse Min’es Sıhâh’ıs-Sitte, 2, s.19-21).
Hz. Emir’in (r.a.), Hz. Hatice (r.a) müstesna, İslâm’ını ilk izhâr eden, ilk imân eden zat olduğu, yedi yıl, Hz. MUHAMMED (s.a.v.), Ali (r.a.) ve Hadîce’den (r.a.) başka hiçbir kimsenin ALLAH’a ibâdet etmediği hakkmdaki hadisler ve bu hadislerin bulunduğu kitaplar için “Fedâirül-Hamse”ye bk. (c. 1, Necef-1383 H.Ş. 178-200®’^
3- İMAN-İSLAM -KUR’AN HUTBESİ
ALLAH - HAZRETİ MUHAMMED Sallâllahu aleyhi ve sellem.
Hamd, ALLAH’a ki övenler onu lâyıkıyla övemezler; nimetlerini sayıp dökenler, onları söyleyip bitiremezler; çalışıp çabalayanlar, hakkını edâ edemezler. Öyle bir ma’buddur ki derin düşünceler onu idrâk edemez; akıl-fikir, denizine dalanlar, zâtının künhüne eremez. Bir sınır yoktur ki sıfatını sınırlayabilsin; bir vasıf yaratılmamıştır ki zatına lâyık bulunsun. Yoktur ona sayılı bir an; yoktur onun için ertelenmiş bir zaman. Yaratılanları, kudretiyle o yaratmıştır; rüzgârları, rahmetiyle o estirmiştir; yarattığı yeryüzünü, kayalarla perçinlemiş, pekiştirmiştir.
Dinin evveli onu tanımaktır. Tanıyışın kemâli, onu tasdik etmektir. Tasdik edişin kemâli, onu bir bilmektir. Bir bilişin kemâli, ona karşı öz doğruluğuna ermektir. Öz doğruluğunun kemâli onu noksan sıfatlardan tenzih etmektir. Çünkü bilmek gerekir ki ne sıfat söylenirse söylensin, o sıfatla vasfedilemez; her sıfat, vasfedUen-den gayridir; onunla bilinemez.
Onu vasfetmeye kalkışan, onu bir başkasına eşit etmiş sayılır. Başkasını ona eşit sayan, ikiliğe düşmüş olur. İkiliğe düşen, tecezzisini kaail olur; tecezzisini kaail olan, onu tanımamış olur. Onu tanımayan, estambul tours ona cihet isnat eder, ona işaret eyler. Ona işaret eden, onu sınırlar. Sınırlayan, sayıya sokar. Her nerde derse, onu bir yerde sanır, ona mekân isnat eder; bir yerde diyense, başka yeri ondan hâli sanır.
Vardır, yaratılmaksızın. Mevcuttur, yokluktan var olmaksızın. Her şeyle hiledir, beraber değil. Her şeyden gayrıdır, ayrı değil. İşler yapar; harekete, âlete muhtaç olmadan. Görendir, görülen yokken. Birdir, bir varlığa muhtaç bulunmadan, hiç bir varın yokluğunu garipsemeden. Halkı yarattı, yaratmaya koyuldu, düşünüp kurmadan, işe deneyişten faydalanmadan, bir harekete, âlete muhtaç olmadan işe koyulmadan, koyulup yorulmadan. Her şeyi vaktinde yarattı,
897 Nehc’ul-Belağa’nın Hutbeler Bölümünden naklen)
lerine aykırı olan şeyleri birleştirdi, uzlaştırdı. Her şeyde bir bir tabiat yarattı; her şeyin maddesini ona göre düzdü-koştu.
pvİ olmadan bilendir O; sınırlarım, sonlarını kavrayıp kapsa-
pdırO; her şeyin gizli, açık, her yanını bilendir O.
' feıırfh ederim O’nu noksan sıfatlardan, dâima, yarattıklarına, rîat sahibi bir peygamber göndermiştir yahut bir kitap indirmiştir gerekli bir hüccet tanıtmıştır yahut da doğru yolu bildirmiş-jf Öylesine peygamberlerdir onlar ki ne sayılarının azlığı yüzünden lııyrukları bildirmede bir kusurda bulunmuşlardır, ne yalanlayan-Ijiın çokluğu yüzünden bir taksire düşmüşlerdir. Kimisi gelip geç-jıiştir; kendisinden sonra geleceğin adını bildirmiştir; kimisi çıkıp îelnıiştir; ondan önceki onu tanıtmıştır.
Bu yol-yordam üzere çağlar geçmiştir, zamanlar aşmış-tır; atalar geçip gitmişlerdir, oğullar, yerlerine geçip yetmişlerdir. Sonunda, soksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, vadini yerine yetirmek, (İyiliğini tamamlamak için Resûlullah MUHAMMED’i göndermiş-iir;ALLAH’m sâlatı ona ve soyuna. Onu tanımak, tanıtmak için pey-amberlerden söz almıştır; sıfatlan tanınmıştır; doğumu ve doğduğu srve zaman yüceltilmiştir.
0 gün yeryüzündekiler, ayn-ayn yollara sapmışlardı; darma-lağm dileklere sarılmışlardı; dağınık yollara sapıtmışlardı. Kimisi, EAHi, onun yarattığı şeylere benzetmedeydi; kimisi adını anarken kül yola gitmedeydi; kiınisi de ona şirk koşup sapıklık etmedeydi.
Derken onunla sapıklıktan kurtardı onları, vücudunun bereke-iyle bilgisizlikten halâs etti onları; sonra da, ALLAH’ın sâlâtı ona ıçsoyuna olsun, MUHAMMED’e noksan sıfatlardan münezzeh olan iiLAH kendisine kavuşmayı seçti; katında ihsanda bulunmaju di-dünya yurdundan almakla ikrâm etti ona; belâlara eş olmayı ^'a görmedi ona. Kerem sahibi onu kendi katma aldı; ALLAH’ın ®tı ona ve soyuna olsun. O, sizin aranızda, peygamberlerin üm-^dleri içinde bıraktığını bıraktı. Çünkü peygamberler, ümmetlerini ^>boş bırakmadılar; apaçık bir yol bırakmadan gitmediler; bir bay-«dikmeden onları terk etmediler.